KÖLELİKTEN SULTAN MAKAMINA UZANAN BİR IŞIK...
KÖLELİKTEN SULTAN MAKAMINA UZANAN BİR IŞIK...1
Ragıp Ertuğrul
Nisan 2013
Tiyatro Ayna, sezon başından bu yana Mahmut Gökgöz’ün sahneye koyduğu “Nakşıdil Sultan” oyunuyla, tarihimizden çok bilinmeyen bir kadın sultanın hayatına, daha doğrusu hayatı ekseninde Osmanlının bir dönemine odaklanıyor. Yakın geçmişte, kurgu romanlarla başlayan tarih tutkumuz, televizyon dizileriyle sürerken, “Nakşıdil Sultan” bu ilgiye, tarihsel sürece dokunmadan ve dönem kişilerini merak unsurunu tatmine kurban etmeden tiyatro sahnesinden karşılık veriyor.
Oyunlarında yakın tarihimizden kişileri, olayları, sosyal ilişkileri toplumun manevi değerlerinin şemsiyesi altında, gönül gözüyle bakarak ele alan Nezihe Araz’ın metni, sözünü bugüne taşıyabilen bir gerçeklik algısıyla örülü. Yazar, eserini, hem okura hem izleyiciye her daim cazip ve kışkırtıcı gelen bir konuyu sansasyon yaratma derdine düşmeden evrensel değerlere ve toplumsal hoşgörüye ulaşma gayesiyle kaleme almış.
Sadece Osmanlının değil gelmiş geçmiş tüm imparatorlukların kuruluşundan çöküşüne her devrinde olduğu gibi, oyunun geçtiği Osmanlı Sarayında II.Abdülhamit, II.Mahmut ve III.Selim dönemlerinde de hükümdarın yanında olup gerçekleri saklayan, kirli ayak oyunlarıyla rağbet gören akil kişileri gözden düşüren ya da aklı bir karış havada olanlardan akil kişiler korosu oluşturan birtakım benciller, düzenbazlar, ahlak düşkünü ve vicdansızların pek yüce devletlular olarak nam saldığı malumdur. Başka dine mensup olanları ‘sütü bozuk’ ifadesiyle yaftalayıp adeta vebalı ilan eden ama analarından emdikleri ak sütü kirletmekte beis görmeyen bu zevat, geçmişte olduğu gibi günümüzde de her türlü makamı işgal etmekte. “Nakşıdil Sultan”, işte böyle bir düzeni ve vahşeti besleyen iktidar hırsını eleştiren, kadını sultan olmanın ötesinde insana yönelik duyarlılığından ötürü yücelten, laik bir yönetim anlayışının en temel noktalarına değinen söylemiyle sezon oyunları arasında ayrı bir yere oturuyor.
Fransız aristokrasisinden bir ailenin kızı olarak doğup, köle olarak Osmanlı Sarayına satılmak, Padişahın gözdesi olmak, kadın sultanlar arasındaki hiyerarşinin ötesinde siyaseti belirleyen haremi yönetmek, geleceğin padişahlarına analık etmek gibi ağır sorumlulukları taşımaya yetecek zeka ve duygusal bakımdan güçlülük, tüm sultanlarda olduğu gibi Nakşıdil Sultan’ı da devrinin kaydadeğer şahsiyetlerinden biri yapıyor. Her ne kadar hakkında uzun uzadıya yazılıp çizilmese de, yazarın kaleminde Sultanın imparatorluk ailesi içindeki önemi ve düşünüş biçimiyle getirdiği anlayış farklılığı yalın bir anlatımla gözler önüne seriliyor. Yönetmen Mahmut Gökgöz, iktidar olmak kavramına değil kadın olmak olgusu üzerinden evrensel değerlere ve iktidar ilişkilerine odaklanmayı tercih etmiş. Gökgöz, rejisinde metindeki yalınlığın izini takip ediyor. Dekor ve ışıkta, mizansenlerde ve koreografide de temel eksen aldığı yalınlığı sahnenin tümüne taşıyor. Titiz rejisi, Türker’in oyunculuk performansını hep göz önünde tutan şekli koruyor.
Dilek Türker, Nakşıdil Sultan’ın çeşitli dönemlerini, makyaj ve kostüme endekslemeden öyle bir aktarıyor ki tüm yürek çarpıntıları, masum heyecanları, gözün gördüğü acılar, kulağın duyduğu iftiralar karşısındaki yılgın ama isyan eden halleri sadece bakışlarına değil gözünün rengine, sadece sözlerine değil dudağının kıvrımına, serçe parmağının duruşuna, adımının ölçüsüne değin yansıyor. Usta oyuncu, canlandırdığı karakteri sahne üzerine taşırken mesnetsiz bir şirretlik ve umarsız bir şımarıklıkla cezbedici hale getirmek yerine, gösterişi derinlerde gizli bir oyunculuk serileyerek gözler önüne seriyor.
Tiraje Başaran, Nakşıdil’i haremdeki toyluk zamanında koruyan, yol yordam öğreten ve sultanlığı döneminde de ondan şefkatini ve sadakatini esirgemeyen Esme rolünü, sarayın üzerine giydirdiği tedirginlikten dolayı her daim kaygılı bakışlarını, ikna etme niyetiyle sarfettiği sözlerini ve titrediğini hissettiğimiz yüreğini sıcak duygularla sarmalıyor. Nerdeyse bir gölgeden bir can insan yaratıyor.
Osman Şengezer’in elinden çıkan dekorda, ustanın engin bilgi ve deneyiminin en zarif ve yalın bir yansımasını görüyoruz. Saray duvarlarını temsil eden paravanlar, stilize çizgileriyle sarayın ihtişamını ifadelendirdiği gibi işlevseliğiyle de estetik bir kayba uğratmadan oyunun kurgusunu bütünlüyor. Şengezer, renk ve desen kombinasyonuyla göz kamaştıran kostümleriyle de Dilek Türker’in sahne üzerindeki sultanlığına yaşsız bir ağırbaşlılık katıyor.
Tragedyaların temel parçalarından olan anlatıcı vazifesi de gören haberci ile kimi zaman tanrıların kimi zaman halkın sesi olan koro rolü üstlenen oyuncular, uyumlu ve estetik dansları ile simgeledikleri oyun kişilerini ve tasvir ettikleri düşünüş şekillerini yansıtan başarılı performanslarıyla oyunun görsel ve işitsel temposunu ayakta tutuyor. Koreograf Yeşim Alıç, bu tutarlı ve derdini anlatmayı beceren çalışmasıyla alkışı hakediyor. Oyunun Okay Temiz’in imzasını taşıyan, sufi müziğin modern ritimlerle yorumlanması şeklinde tasavvur eden müzikleri, saray atmosferinin gerilim ve gizemini yansıtırken, koreografiyi de zenginleştiren bir bütünlüğe olanak sağlıyor.
Tiyatro Ayna’nın kurucusu Dilek Türker’in tiyatro yapma gerekçesi ve çalışma disiplini, bu kez tarihi, oyuncak yapmadan oyun halinde sunabilen bir tiyatro anlayışıyla sahneye konulan “Nakşıdil Sultan” ile tarihi oyunların itibarını sürekli ve kalıcı kılıyor.
1 Bu yazı, Tiyatro… Tiyatro Dergisi’nde yayınlanmıştır.