ÖLÜMÜNÜN 5. YILINDA SEVDA ŞENER’LE

ÖLÜMÜNÜN 5. YILINDA SEVDA ŞENER’LE

ÖLÜMÜNÜN 5. YILINDA SEVDA ŞENER’LE1

Ayşegül Yüksel

Temmuz 2019

Türk tiyatrosunun ilk bilim insanlarından, Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nün ilk öğretim üyelerinden, yazar, eleştirmen, “hocaların hocası” Sevda Şener’i beş yıl önce 22 Temmuz’da yitirmiştik. Onu çok özlüyoruz.

Bu yazının bir bölümünü Şener’in 2001’de (Radikal İki, 7 Ocak) kaleme aldığı -günümüzde de geçerliliğini koruyan düşüncelerine ayırdım. Yazısını biçimlendirdiği aşamada, bin bir emekle yetiştirip tiyatro bölümünü emanet ettiği öğrencilerinin KHK ile üniversiteden ve kamu görevlerinden uzaklaştırıldığını bilmiş olsaydı, toplumca ve devletçe “tiyatro sanatına bakış” konusundaki tepkileri ve uyarıları çok daha sert olacaktı kuşkusuz.

Söz Sevda Şener’in:

“Anadolu’da çadır tiyatrosu imajının hala silinmediği, tiyatronun (...) biraz edebe aykırı (...) bir eğlence sayıldığı söylemi bir yana, aklı başında, ciddi, kültürlü köşe yazarlarımızın yazılarını okuduğumda görüyorum ki, nerede bir sahtekârlığa, ikiyüzlülüğe işaret edilmek isteniyorsa tiyatro benzetmesi yapılmış. Sahne sözcüğü, politikacının kendini gündemde tutmak için kullandığı yapay alana, rol yapma sözcüğü, olduğundan başka görünme aldatmacasına işaret ediyor. Hatta bir de rol kesme deyimi var. Kendini öne çıkartmak (...) için özentili tavır takınanları tanımlamak için kullanılıyor. (...) Kısacası, kamu düşüncesinde tiyatro bir aldatma sanatı olmuş çıkmış. Yapay etkileme hünerlerine başvurarak karşısındakini kandırmayı bile beceremeyeni “tiyatro yapıyor” diye aşağılıyoruz. (...) Tiyatro kötü bir kandırmaca sanatı sanki.

Bu yüzden midir nedir, kimsenin tiyatroyu ciddiye aldığı yok. Medyada tiyatroya gösterilen ilgi sinemaya gösterilenin çok gerisinde. Tiyatro haberleri, en çok polemiğe elverişli ise yer alıyor gazetelerde. Oyuncu, yönetmen, yazar olarak düzeyli tiyatro yapanlar yeterli ilgiyi görmüyorlar. (...) Halk da kimi illerde, ilçelerde tiyatro gösterilerine uygulanan kısıtlamalara yeterli tepki göstermiyor.

Köhne bir sanat anlayışıyla kotarılmış sözde gerçekçi oyunların, duygu sömürüsü yapan aile dramlarının, sulu güldürülerin, görsel ve sözel şatafata boğulmuş gösterilerin, (...) kasıntılı tarih oyunlarının ayakta alkışlandığına şaşmamalı. Seyirci, bir aldatmaca saydığı bu sanattan fazlasını beklemiyor ki! Ezberlediklerinin onaylanmasını yeterli sayıyor, (...) hoşça vakit geçirdiği birkaç saati kâr sayıyor anlaşılan.

(...) Dikkatleri en çok, yıllanmış büyük oyuncularımızın heyecan verici başarılarına, oyunlarının belki hiç sahnelenmeyeceğini, sahnelense bile hak ettiği özeni görmeyeceğini bile bile oyun yazmayı sürdüren yazarlarımıza, bu sanattan umut kesmeden ona taze kan aşılamaya çalışan genç sanatçılara, tiyatro sanatı üstüne araştırma yapmayı sürdüren bilim insanlarına, az satacağını bile bile tiyatro kitaplarını yayımlamayı göze alan yayıncılara, tiyatro dergilerini yaşatmayı başaranlara,(...) sözünü esirgemeyen eleştirmenlere çekmek istiyorum. İlgili ve yetkili kişiler umursamasalar da, en azından ülkemizde sanat duyarlığı olan, sorumluluk sahibi, yürekli insanların yaşamakta olduğunu anımsayıp iyimser olmaya çalışmak için.”

Tuncer Cücenoğlu’nun Ardından

Değerli oyun yazarı Tuncer Cücenoğlu’nu yitirdik. Cücenoğlu, Türk tiyatrosuna yoğun emek vermiş, gerek özel topluluklarda gerekse tam ödenekli tiyatro kurumlarında pek çok kez sahneye çıkarılmış oyunlarıyla tiyatro yazınımızın en üretken emekçilerinden biriydi. Oyunları 30’dan çok dile çevrilmiş, yapıtları pek çok kez yurtdışında da sahnelenmiş ender yazarlarımızdandı. 20’yi aşkın oyunu vardı ve pek çok ödülün sahibiydi. Yeni çalışmalar yapma aşamasındaydı. Ne ki yeryüzündeki zamanı yetmedi. Arkasında ailesini, sevdiklerini ve yapıtlarını bıraktı.

Onu ilk kez 1970’lerde “Kördöğüşü” oyunuyla tanıdık. Tiyatromuzun popüler alanlarından olan “gerçekçi aile komedisi/ dramı” türünde sevimli bir metin sunmuştu sahnelerimize. Büyük çıkışını 1980’lerde, genelevde geçen -bir anlamda “kadın oyunu” olarak nitelendirilebilecek- “Kadıncıklar”la yaptı. Aynı aşamada 12 Mart dönemini 12 Eylül ile buluşturan ve işkence, baskı, ceza uygulamalarını sorgulayan Türk oyunları arasındaki yerini alan “Çıkmaz Sokak”ı yazdı. Bir kadınla bir erkek arasında geçen iki kişilik “Matruşka” en çok sahnelenen oyunlarındandı. “Çığ” ise insanların çığ olayına neden olmamak için fısıltıyla konuştuğu, bu zorunlu sessizlikten yararlanan egemen güçlerin yaman bir baskı ve sömürü düzeni kurduğu gerilimli bir kırsal kesim dramıdır. “Boyacı” yerli kültürle renklendirilmiş bir “bulvar güldürüsü” parodisidir. “Şapka” absürd tiyatronun kapısını zorlayan bir fantezidir. Görüldüğü gibi, Cücenoğlu, tiyatromuza geniş bir “türler yelpazesi”ni kucaklayan yapıtlar bıraktı. Şanslıydı, yaşadığı dönemde çalışmalarının değeri bilindi.

Onu tiyatromuzun yetenekli ve çalışkan bir emekçisi olarak anımsayacağız.

1 Bu yazı, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır.