BÖYLE BİR YANGIN GÖRMEMİŞ OLALIM...

BÖYLE BİR YANGIN GÖRMEMİŞ OLALIM...

BÖYLE BİR YANGIN GÖRMEMİŞ OLALIM...1

Ragıp Ertuğrul

Mart 2013

‘Midas’ın Kulakları’, ‘Akad’ın Yayı’, ‘Bağdat Hatun’, ‘Ben Anadolu’, ‘Canlı Maymun Lokantası’, ‘Deli Dumrul’, ‘Hasan Sabbah’ gibi çok sayıda tiyatro oyununa imza atan ve geçen yıl kaybettiğimiz Güngör Dilmen’in “Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını” oyunu İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahneleniyor.

Öncelikle, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun web sitesinde oyunla ilgili yer alan kısa açıklamaya bir göz atalım: “Eski İstanbul Aksaray’da bir mahalle ve mahalledeki tulumbacılar ve Firuz Bey, çok sevdiği (oğlu gibi sevdiği) Artin’e mahallelerine yeni taşınan eski saraylı Mahitap Hatun’u yakıştırması. Birbirlerine aşklarını ilan ettirmesi ve bu mahalledeki tulumbacılar, kadınlar, gençler, çocuklar… Şarkılarla, danslarla… Ve meşhur Aksaray yangını…” Yazının altına da “Güngör Dilmen Usta’ya saygılarla” ifadesi eklenmiş. Oyun yazarlığını, dramaturgluk ve akademisyenliğiyle de beslemiş bir yazarın eserinin tanıtımının bu kadar özensiz ifade ederek yazıya dökülmüş olması... Ne yazık!

Öte yandan “Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını”nın Dilmen’in oyunları arasındaki yeri nedir ve hangi gerekçeyle özellikle bu oyun sahnelenmek için seçilmiştir? Oyun için basılan tanıtım kitapçığını incelediğimizde not düşülmese ve ünvanı yazılmasa da Fatma Keçeci’nin Mart 2010’da Doğuş Üniversitesi’nin düzenlediği ‘Güngör Dilmen’in 50. Sanat Yılı Sempozyumu’nda sunduğu ‘Güngör Dilmen’i Yeniden Yorumlamak’ başlıklı bildirisine kitapçığın yarıdan fazlasının ayrıldığını görüyoruz. Bu geniş inceleme içinde sahnelenen oyunla ilgili ne kadar bilgi var dersiniz? Bir sayfa... Bir paragraf... Bir satır? Cevap hiç... Araştırmacı Keçeci, Güngör Dilmen’i yeniden okuyup yorumlarken bu oyunu neden es geçmiştir? “Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını’ oyununun yeniden okunmaya gerek duyulmamasından olmasın?

Elimizde hiçbir menfaati olmamakla birlikte nedendir bilinmez muhabbet tellallığına kalkışan bir İstanbul efendisi, çeşitli menfaatler öne sürülerek biraraya getirilmiş bir kadın ve bir erkek, dedikodudan başını kaldıramayan mahalleli kadınlar, hizmetçiliğe soyunmayı beklermiş gibi hemen atılan bir bohçacı, kuyruğu dik tutmaya çalışan tulumbacılar var. Şarkılar ve koşturmalarla nereye vardırırsanız artık...

Bir oyunu sahneye koymanın ağır sorumluluğu oyun seçiminden başlayarak, dramaturjisine, hangi yönetmenin bu oyunu en iyi şekilde sahneye koyabileceğine ve tabii ki tüm yaratıcı kadro ile birlikte doğru bir cast oluşturulmasına kadar devam ediyor. Yönetmen Ertener, yine kitapçıkta her ne kadar düzgün bir Türkçe ile olmasa da “Aksaray yangını İstanbul’un en büyük yangınlarından biriymiş. Oyunumuzun konusu da bu, yanmış yanmasına da nedeni bilinmiyor. Yazarımız olsa olsa aşktır böylesine yangının nedeni demiş. Aşk bu; dağları da deldirir, dünyayı da yakar. Hele aşk dediğin umutsuz ise...” ifadesini kullanmış. Aşkın inandırıcılığı olmayınca umutsuz kalması da sizi sarsmıyor. Nazım Hikmet’in ‘Ferhat ile Şirin’indeki ya da Özen Yula’nın ‘Dünyanın Ortasında Bir Yer’indeki umutsuz aşklarla uzaktan yakından benzeşmiyor.

Mahalleli kadınların Mahitap’ı çekiştirmeleri, tulumbacıların kavgaları, çocukların haylazlıkları, sünnet hemgamesi... Hepsi sanki sahne üzerinde hareketlilik olması amacıyla yerleştirilmiş; herhangi bir işlev, mesaj ve merak içermeyen fazlalıklar olarak göze batıyor.

Osman Şengezer’in dekor tasarımı tüm sadeliği ve işlevselliğiyle bir eski İstanbul mahallesini kahvesiyle, konağıyla tam olarak yansıtıyor. Şengezer, dekorun genelinde beyaz renk kullanımıyla gerçekliğe dokunmadan masalsı bir atmosfer de yaratmış. Mihriban Oran’ın elinden çıkan kostümler her ne kadar dönemi yansıtsa ve tiplemelere uygun olsa da Şengezer’in dekorla yarattığı masalsı etkinin izini süremiyor.

Oyunu, usta müzisyen Cem İdiz’in besteleri de kurtaramıyor. Müzikli bir oyunda oynamanın sorumluluğu her şarkıda kendini hatırlatıyor. Yeşim Alıç’ın koreografisinde daha önceki çalışmalarında rastladığımız yaratıcılığı ve yeniliği göremedim. Ne tulumbacıların ne de mahalle sakinlerinin dansları arzu edilen estetiği sağlayamıyor.

Artin rolünde Turan Günay’ın romantik âşıkla sersem âşık arasında gidip gelen, Mahitap rolünde Demet İyigün’ün Şekspiryen bir tarza teslim olan, Firuz Bey rolünde Ergun Akvuran’ın iki arada bir derede duran ve Merzuka rolünde Ayşe Tunaboylu’nun çingene olmaya soyunup olamayan performanslarıyla oyun, Aksaray’da değil ama seyredenin içinde bir yangın çıkarır.

1 Bu yazı, Tiyatro… Tiyatro Dergisi’nde yayınlanmıştır.