PSİKANALİTİK TEORİ IŞIĞINDA SHAKESPEARE'İN HAMLET OYUNUNDA BABA İMGESİ

PSİKANALİTİK TEORİ IŞIĞINDA SHAKESPEARE'İN HAMLET OYUNUNDA BABA İMGESİ

PSİKANALİTİK TEORİ IŞIĞINDA SHAKESPEARE'İN HAMLET OYUNUNDA BABA İMGESİ1

Gülseren Aydın

Ocak 2017

William Shakespeare'in 1601 senesinde kaleme aldığı eseri Hamlet, yüzyıllardır çeşitli yönleriyle incelenmekte ve yorumlanmaktadır. Hamlet deyince akıllara ilk olarak, Prens Hamlet'in babasının öldürülmesinin ardından içine girdiği intikam serüveni geliyor. Peki Hamlet’in, babasının katilini cezalandırmak istemesinin asıl nedeni sadece babasına duyduğu sadakat ve bağlılık mıdır? Baba-oğul ilişkisi ekseninde, Hamlet ve babasının ilişkisini irdelediğimizde Laertes ve babası Polonius'un ilişkisinin ayrılan ve benzeyen yönleri nelerdir?

Prens Hamlet, amcası Claudius tarafından öldürülen babasının intikamını almaya çalışırken kendisini ve etrafındaki insanları felakete sürükler. Bu felakete sürüklediği kişilerden birisi de yanlışlıkla öldürdüğü ve karşılığında vicdan azabı duymadığı, sevdiği kadın Ophelia'nın babası başmabeynci Polonius'tur. Polonius'un oğlu Laertes de tıpkı Hamlet'in yaptığı gibi babasının intikamını almaya çalışır. Bu baba intikamı duygusu, iki oğulun da ölümüyle sonuçlanır.

Bu makalede de psikanalitik teori ışığında Hamlet oyunundaki baba imgesini, Hamlet ve babası ile Laertes ve babası Polonius ekseninde inceleyeceğiz.

Prens Hamlet’in babasıyla olan ilişkisine bakarsak, karşımıza ilk olarak amcası Claudius tarafından öldürülen babasının intikamını almaya çalışan Hamlet karakteri çıkacaktır. Bu intikama babasının hayaletinin katilini söylemesiyle ikna olan Hamlet, aynı zamanda annesine de babasına ihanet ettiği düşüncesi ile öfke duymaktadır fakat hayaletin, "Anana el kaldırıp kirletme elini[1] sözü üzerine annesine dokunmaz. Gördüğümüz gibi Prens Hamlet, babasına olan bağlılığına ve sözüne oyun boyunca da ihanet etmez. 

Freud, dünya edebiyatında başyapıt olmayı hak etmiş Hamlet eserinde baba katli temasının odağa alınmasının tesadüfi olamayacağını söyler[2]. Aynı zamanda, Rüyaların Yorumu’nda da Shakespeare’in Hamlet adlı oyununu babasının ölümünden hemen sonra yazmasının rastlantısal olmadığını vurgular[3]. Metni bu bağlamda ele aldığımızda Hamlet oyununu, prensin babasının öcünü alma görevini yerine getirmekte tereddüt etmesi temelinde değerlendirebiliriz. Freud, Hamlet’in babasını öldüren ve annesiyle birlikte olan adamı öldürmekte neden tereddüt ettiğinin oyunda açıklanmadığına dikkat çeker. Oedipus kompleksini fazlasıyla açığa vuran bu büyük eserde, belirli düzeylerde “bastırma” söz konusudur. Psikanalitik yaklaşımla, Hamlet'in babasının öcünü alamamasının nedeni, karşısındaki adamın kendi çocukluğunun bastırılmış arzularının temsili olmasıdır. Hamlet’in amcasına duyduğu nefretin yerini, kendi kendini suçlama ve aşağılama alır. Hamlet, cezalandırması gereken katilden daha iyi biri olmadığını düşünür[4]. Hamlet’in şu sözleri de içinde bulunduğu durumu anlatır, “Neden? Ne var korkacak? Hayatım bir toplu iğne bile etmez gözümde[5].”

Laertes ile Polonius'un ilişkisinde karşılaştığımız baba oğul ilişkisi farklıdır. Polonius, tehlikeli bir adam olduğunu bilmesine rağmen Kral'a yıllarını vermiş, oğlunun iyi yetişmesi için elinden geleni yapmış bir babadır. Fakat Polonius'un babalığının önünde başka bir kimliği vardır. Bu da babalık görevinden önce geldiği görülen başmabeyincilik vazifesidir. Burada Kral Claudius'un gölgesinde yaşayan Polonius'un, kendini ölümsüzleştirmesinin tek yolunun oğlu Laertes olduğu görülür. Narsistik ebeveyn profiline örnek gösterilebilecek olan Polonius, oğlunun iyi bir mevkide olmasını ister ve bunun için ona daima öğütler verir, “Şu öğütlerimi de yaz kafana: Düşüncelerinizin ağzı dili olmayacak; Aşırı hiçbir düşüncenin ardına düşmek yok; Teklifsiz ol, bayağı olma; Dostların arasında denenmemiş olanları/ Çelik halkalarla bağla yüreğine[6].”

Laertes, kardeşi Ophelia gibi, direnmesine karşın sürüklenen bir insandır. Onda Hamlet'in zekası ve planlı eylemi yoktur. O ailenin büyük oğlu, kız kardeşinin ağabeyi, babasının nasihatlerine kulak veren ve onları düşünmeden kabul eden bir gençtir. Düzeni beğenmese bile pek ses çıkartmayan, büyüklerin önünde silik, kız kardeşi ve Hamlet üzerinde basmakalıp düşünceleri olan bir gençtir. Laertes'in önemi başkaldıran gençliğin başka bir yüzünü yansıtmasıyla ortaya çıkar. O, bu çürümüş düzenin değişmesini, farkında olmadan, yavaşlatıcı öğelerden biridir. Ancak yeni bir düzen içinde yararlı olabilecek nitelikleri olan bir dürüstlüğünü de yadsımamak gerekir. Laertes, etki altında kalan bir genç olduğu için, her kötülüğü de yapabilecek biridir. Nitekim, Claudius'a uyarak ucuna zehir sürülmüş kılıcı alır ama Hamlet'in oyunu karşısında bu zehirli kılıçla bir türlü onu yaralayamaz. Hakemler, Hamlet'i üstün ilan edip onları ayırdıktan sonra, Laertes kılıcını bırakmış olan Hamlet'i yaralar. Bu da Laertes'in yanlış yola sevk edilince, her yanlışı yapabilecek özelliğini gösteriyor; Laertes'in insan yanı zayıftır. Özdemir Nutku’ya göre, Laertes’in ülkesini bırakıp Fransa'ya kaçması da bir bencillik göstergesidir[7]. Laertes, babasının sözünden çıkmayan bir oğuldur. Bilge bir devlet adamı olarak gördüğü babasının Kral'la olan ilişkisinden etkilendiği görülen Laertes, Kral'ın da sözünden çıkmaz. Her ne kadar babasının ölümümün ardından; "Ah seni alçak kral seni? Babamı ver, babamı[8]” sözleriyle Claudius'u suçlasa da hemen ardından Claudis'un kışkırtmalarıyla Hamlet'ten intikam alma yoluna gider.

Polonius'un ölümü üzerinden, Laertes'in gözünü bürümüş intikam hırsının bir nedeni de geride kalan kız kardeşi Ophelia'ya babalık etme vazifesinin kendisine geçtiğini düşünmesidir. İşte tam da burada Adler'in en büyük çocuğun tacını yitirmiş bir kral olduğu savıyla karşılaşırız[9]. Laertes, babasının ölümünün ardından kendini bireysel olarak var edebilmek için kız kardeşi Ophelia'ya babalık vazifesini üstlenmiştir. Öyle ki Laertes babasının ölmediği yerlerde bile babası yokken tıpkı onun gibi kız kardeşine öğütler verir:

                                               Evet, koru bu tehlikeden kendini, canım kardeşim;

                                               Ölçülü kal sevginde, kaptırma kendini

                                               Arzunun belalı akışına[10].

Durumları eş olan Laertes, Hamlet'in tam karşıtıdır. Hamlet, ince eleyip sık dokuyan bir düşünce adamıyken, Laertes direkt saldırıya geçen bir eylem adamıdır. Bu yüzden Laertes, onu kullanıp üvey oğlunun yerine geçmeye çalışan Claudius'un elinde bir alet olur, iş işten geçtikten sonra pişmanlık duysa da kendi kurduğu tuzağa düşüp ölür[11].

Freudian psikanalizde, oğlan çocuğun babayla ilişkisi, Karl Abraham'ın kullandığı "ikirciklilik" terimiyle kodlanır[12]. Buna göre, oğlan çocuğu bir yandan kendisine rakip saydığı babasını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir kin ve nefret besler, diğer yandan da ruhunda her zaman ona karşı belli bir sevgiye yer verir, iki tutumun bir araya gelmesiyle baba özdeşleşmesi gerçekleşir. Hayranlık duyulan babaya öykünme arzusunu, onu rakip güç olarak ortadan kaldırma ve yerini alma düşüncesi takip eder. Ancak bu gelişim süreci, oğlanın babası tarafından iğdiş edilerek cezalandırılacağı korkusuyla kesintiye uğrar ve oğlan çocuk babasını ortadan kaldırıp annesini ele geçirme düşüncesinden vazgeçer. Babasına duyduğu kin, nefret ve anne sevgisini bilinçdışına iter. Bu, Freud’a göre, suçluluk duygusunun temelini oluşturur ve oedipus karmaşasını besleyen doğal bir akıbet olur[13]. Oğlan çocuk, ruhunda kalıcı bir yer edinen baba özdeşleşmesini gizleyerek kendi beni içine aktarır ve bu benle karşıtlık içinde, ondan bağımsız bir parça olarak varlığını sürdürür. Freud, ben kapsamına alınan bu özdeşleşmeye, anne ve baba etkisinin mirasçısı anlamına gelen “üst ben” adını vermekte ve bunu önemli işlevlerin kaynağı saymaktadır. Ben ile üst-ben bir araya gelerek baba rolünü oğlanın ruhunda oynayıp dururlar. Genellikle oğul ile baba arasındaki ilişki, ben ile üst-ben arasındaki ilişkiye dönüşür[14].

Kimi çocuklar, arzu doyumundaki en küçük bir gecikme ya da kısıtlanmaya öfke, kızgınlık, huzursuzluk ve sabırsızla karşılık verir. Anna Freud, maruz kaldığı hoşnutsuzlukları dizginlemek zorunda kalan bir çocuğun beninin, doğal olarak yadsıma ve yansıtma gibi savunma düzeneklerine ya da öfke, gazap ve diğer duygu patlamaları gibi ilkel boşaltım yollarına başvurduğunu gözlemlemiştir[15].

Freud’a göre erkek çocuk insan özne olmak için babayı öldürmek zorundadır. Freud bu durumu Oedipus kompleksine dayandırarak anlatır. Bu kavramlar ışığında Hamlet'in bir insan özne olarak sunulması da Freud'a göre ancak onun babasının hayaletiyle karşılaşmasıyla mümkün olur. Bu demektir ki Hamlet tek başına bir özne değildir; ancak ölmüş bir babanın hayaletiyle var olabilmiş bir oyun karakteridir.

Laertes'in durumunun, Hamlet'le farklılık gösterdiği yerler vardır. Yukarıda da değindiğimiz gibi Polonius, Kral Claudius'un gölgesinde, Laertes ise Polonius'un nasihatleri gölgesinde yaşar. Hiyerarşik olarak yukarıda olan Kral, babanın gücünü temsil eder. Laertes için babanın üstünde bir baba daha vardır. Bu şu anlama gelir ki, birey olarak var olmaya çalışan Laertes'in önünde iki engel vardır. Örneğin, Laertes Fransa'ya dönmek için babasının, babası da Kral'ın iznini almak zorundadır. Oyunda Polonius şu sözlerle kralın iznini ister, “Benden izin aldı, kralım, yalvara yakara. Dileğine ben de katılıyorum, ister istemez. Uygun görürseniz, gitsin, efendimiz[16].” Hamlet ise, sadece öldürülen babasının yerine geçmeye çalışan katilin babası olmasını reddeder. Ancak ortak olan nokta şudur ki, farkında olmasalar da ikisinin hayatı için de boşalan baba figürü yerine Kral Claudius gelecektir. Burada Shakespeare anlatısından Freudcu bir analize gitmek mümkündür. 

Babayı yok etme fiziki olmak zorunda değildir. Birinci noktada bu yok etme temsilidir. Burada temsili olan babayı aşma, babadan daha iyi olma, anneyi cezbetme ve hatta cinsel arzu objesinin anne olmaktan çıkıp annenin yerine konulabilecek kendi jenerasyonundan bir başka kadına yönelmesidir. Hamlet ve Laertes bunu birebir yaşarlar. Her ne kadar Hamlet - Gertrude ilişkisi gibi Laertes'in annesiyle olan ilişkisini göremesek de ikisi için de babayı aşma durumu söz konusudur. Laertes ve Hamlet, ancak o durumda birey olarak varlığını sürdürebilecek olan iki oyun kişisidir.

İkinci nokta ise oedipal süreçte aslında bu sertlikte çatışma yaşandığı doğru olmakla birlikte, burada bir ikirciklilik söz konusudur. Şöyle ki, bir yandan babayı yok etmeye çalışan oğlan çocuk bunun fiziki olarak mümkün olmadığının farkına varır ve yalnızca babaya itaatle kalmaz aynı zamanda annenin babaya olan tutkusunu da kaydederek baba gibi bir özne olma arzusu içine girer. Bu da babayı idealize etme yöneliminin babayı yok etme yönelimi ile aynı anda ortaya çıkmasıyla ikirciklilik vaziyetini ortaya çıkarır. Babasının ölümünün ardından Hamlet'in yaşadığı da budur. Her ne kadar Hamlet'in birey olmak için babasını temsili olarak öldürmesinden söz etsek de Hamlet'in Hayalet'in sözünden çıkmaması durumunu göz önüne alırsak, babasına olan itaati de görebiliriz. Hamlet'in babasının yerine geçme isteği de babası gibi olma, babasına benzeme mücadelesiyle birebir ilintilidir. Buna engel olan amcası Claudius, var olabilmek için babanın varlığından kurtulmuş olan Hamlet'in birey olma savaşımının önüne bir engel daha getirmekle kalmamış, aynı zamanda baba gibi bir özne olma savaşımını da engellemiştir. Laertes için, Hamlet'in yaşadığı sertlikte, idealize edilen bir baba göremeyiz. Bunun sebebi de, Laertes'in annesiyle olan ilişkisine dair bilgi sahibi olmamamız olabilir. Laertes, yalnızca bir erkek çocuk değil aynı zamanda bir ağabeydir. Onun yaşadığı Hamlet'inkinden farklı olarak sorumluluk duygusu ve bireysel var oluşunu tamamlayabilmektir. 

Freud’un oedipal süreç kavramıyla anlattığı bastırma, bilinçdışının oluşumu ve haz prensibi yerini gerçeklik ilkesinin alması süreci görüldüğü üzere babanın varlığıyla yakından ilintilidir. Bu noktada Hamlet’in babasıyla karşılaştığı ana dönersek aslında gelen hayalet bastırılmış, yok ettiğini sandığı babanın geri dönüşüdür. Freud’a göre bu tipik bir nevroz halidir. Fakat meselenin halüsinasyon biçiminde ortaya çıkışı nevrozdan çok psikoz durumuna işaret eder. Nitekim Hamlet’in kendi yaşadığı çevre tarafından algılanışı deliliktir. Freud, Hamlet’i dikkatle incelemiş olsaydı muhtemelen şu teşhisi koyardı: Aslında geri dönen hayalet kötü insanlar tarafından öldürülmüş babanın değil, Hamlet’in kendi var oluşu için öldürmek zorunda kaldığı babasının hayaletidir. Yani Hamlet bir anlamda kendi elleriyle gerçekleştirdiği baba katli suçu nedeniyle bütün oyun boyunca günah çıkarmaktadır. İşte burada ikirciklilik ve yüceltme mekanizmaları ile karşı karşıyayız. Yukarıda bahsettiğimiz gibi çocuk babaya yalnızca kin, nefret güdüleriyle yaklaşmaz; aynı zamanda onu idealize de eder. İşte Hamlet’in bütün trajedisi, kendisi tarafından katledilen kötü babanın, kötü insanlar tarafından katledilen iyi baba ile yer değiştirmesi şeklinde bir belirsizlik durumuna dayanır.

Hayaleti yok etmenin ve savuşturmanın tek yolu da onunla savaşmak değil onu acı çeken bir ruh haline getirmiş olan kötülerle yani Claudius ile mücadele ederek onun intikamını almaktır. Bu mücadele içinde, anneyi Claudius’tan kurtarma çabası da önemli bir yer tutar. Babayla erkek çocuğun anneye yönelik arzu üzerinden yaşanan çatışma, Hamlet’te ölmüş iyi babanın intikamını hayatta kalmış suçlu kötü babadan alma mücadelesi olarak açığa çıkar. Babanın ikircikliliği Hamlet’in de bölünmüş, parçalanmış bir ego olarak varoluşunun nedenidir. Hamlet aslında, egosunu oluşturma çabası yanında, özne ve birey olmaya çalışan oğlan çocuğunun evrensel trajedisidir.

Metinde, Hamlet ve babasının konuşmalarını babanın hayaleti üzerinden görebiliriz. Ancak, Laertes ile Polonius arasında bundan farklı olarak, ete kemiğe bürünmüş konuşmalar söz konusudur. Bu konuşmalar ışığında, Laertes ve Polonius arasında, Hamlet ve babası arasındaki ilişki hali görülmez. Ancak ortak olan nokta şudur ki, Laertes de tıpkı Prens Hamlet'in trajedisi gibi kendisi tarafından katledilen kötü babanın, kötü insanlar tarafından katledilen iyi baba ile yer değiştirmesinden kaynaklanan belirsizlik durumunu yaşar. Bu da baba karşısında erkek çocuğun tavrının muğlaklığı üzerine kurulmuştur.

Danimarka Kraliyet ailesinin başından geçtiği farz edilen bu kurmaca hikâye, yazıldığı günden beri kuşaktan kuşağa aktarılmış, konuşulmuş tekrar ve tekrar sahnelenmiş ve hala üzerinde konuşulmaktadır. Çünkü Hamlet ve Laertes'in hikâyesi, babayı hem öldürme hem de yüceltme ikircikliği içinde kendini oluşturmaya çalışan oğlan çocuğunun hikâyesidir. Bu yüzden geçerliliğini korumaktadır ve Shakespeare, bilinçdışımıza ulaşıp orada bastırılmış arzularımıza dokunduğu için büyük yazardır.

 

[1] William Shakespeare, Hamlet, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014, syf. 32.

[2] Sigmund Freud, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014, syf. 236.

[3] Sigmund Freud, Rüyaların Yorumu, Alter Yayıncılık, İstanbul,2011, syf. 727.

[4] Hamlet’in yaşadığı bu gecikme üzerine ilk psikanalitik yorun Ernest Jones tarafından yapılmıştır. Bkz. Ernest Jones, Hamlet and Oedipus,1949. Reprint by Doubleday & Company, Inc., 1954.

[5] William Shakespeare, Hamlet, syf.27.

[6] A.g.y., syf.21.

[7]  Özdemir Nutku, Türk Dili Aylık Dil Dergisi - Dosya: Çağdaş Hamlet, Türk Dil Kurumu  Yayınları, Ankara, Ekim 1978, sayı, 325, syf. 118.

[8] William Shakespeare, Hamlet, syf. 122.

[9] Alfred Adler, Çocukta Yaşamsal Sorunlar, Alter Yayınları, Ankara, 2011, syf. 113.

[10] William Shakespeare, Hamlet, syf. 20

[11] Mina URGAN, Shakespeare ve Hamlet, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014, syf. 435.

[12] Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003, syf. 386.

[13] Sigmund Freud, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, syf. 230-231.

[14] A.g.y., syf. 232-234.

[15] Anna Freud, Çocuklukta Normallik ve Pataloji, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2000, syf.110-111.

[16] William Shakespeare, Hamlet, syf. 10.

 

KAYNAKÇA

ADLER, Alfred, Çocuklukta Yaşamsal Sorunlar, Alter Yayınları, Ankara, 2011.

BUDAK, Selçuk, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003.

FREUD, Anna, Çocuklukta Normallik ve Patoloji, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2000.

FREUD, Sigmund, Rüyalar Yorumu, Alter Yayınları, İstanbul, 2011.

FREUD, Sigmund, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014.

JONES, Ernest, Hamlet and Oedipus, Reprint by Doubleday & Company, Inc., 1954.

NUTKU, Özdemir, Türk Dili Aylık Dil Dergisi - Dosya: Çağdaş Hamlet, Türk Dil Kurumu  Yayınları, Ankara,  1978.

SHAKESPEARE, William, Hamlet, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014.

URGAN, Mina, Shakespeare ve Hamlet, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014.

 

1 Bu yazı, www.mesele121.org’da yayınlanmıştır.


Daha fazlasi icin..