GÖL KIYISINDA, DOLUNAY ALTINDA BİR SEYİR: DERYA GÜLÜ

GÖL KIYISINDA, DOLUNAY ALTINDA BİR SEYİR: DERYA GÜLÜ

GÖL KIYISINDA, DOLUNAY ALTINDA BİR SEYİR: DERYA GÜLÜ1

Ragıp Ertuğrul

Ekim 2007

Bu sene sezonun ilk oyununu izlemek Adana’da kısmet oldu. Necati Cumalı’nın Derya Gülü adlı oyunu, her sezon Türkiye’nin farklı bölgelerinde mutlaka sahneleniyor. Daha önce Antalya, Gaziantep ve İzmir Devlet Tiyatroları’nda, İstanbul’da ise Şehir Tiyatroları’nda sahnelenmiş olan oyun, Adana Devlet Tiyatrosu’nun yeni sezon oyunlarından ilki.

1960’lı yıllarda yayınlanan Derya Gülü, bazı bakımlardan Cumalı’nın toplumsal içerikli eserlerinden ayrışıyor. Ve bireyi özellikle de kadını odak noktası kabul eden, kadının toplumdaki yerini irdeleyen hikâyesiyle farklılık yaratıyor. Oyun, 70’lerde başlayacak olan ve kadının toplumda birey olarak var olma çabalarını anlatan eserler içinde de başı çekiyor.

Derya Gülü, erken yaşta evlendirilen ve kendini tanıma fırsat bulamadan yoksul ve yalnız bir hayatın içine düşen bir kadına biçilen toplumsal değer ile kadının bu durumdan kurtulmak için başvurduğu yolun ahlaki boyutunun çatışmasıdır bana göre. Oyunda, toplumsal bir yara olarak değerlendirebileceğimiz ve sadece taşra çerçevesinde kalmayıp şehirlerde bile halen devam eden, bırakın haklarına saygı göstermeyi kadının varlığının hiçe sayılması, bir meta olarak kullanılması, görüşlerinin, düşüncelerinin bir avuç bez parçasıyla karanlığa gömülmesi, özetle dramının çok ön planda çıkarılmadığı görülüyor. Derya Gülü oyununun bir metafor olarak iddiası bu ama küçük bir ilişkiler yumağı çerçevesinde gelişen olay, mesaja ulaşmamıza olanak vermiyor. Genç kadın ile balıkçılıkla uğraşan yaşlı kocası arasında gözle görülür bir geçimsizliğin olduğu söylenemezse de oyun tanıtımında bunun altı çiziliyor. Oysa oyunda geçenler, geçimsizlik boyutunu abartan günümüz insanı, yani trajik örnekleri her gün gazetelerin üçüncü sayfalarını kaplayan haberleri kanıksayan bizler için yadırgatıcı sayılmaz. Yaşlı adamın içkiye düşkünlüğü bir tarafa, alkollü eve geldiğinde karısına sövmesi, şiddet uygulaması söz konusu bile değil. O nedenle genç kadının zamansız ve gönülsüz katlanmak zorunda bırakıldığı bu evliliği temelinde tasvip etmesek de kadının kocasına yaklaşımına empatiyle bakmak da çok mümkün değil. Hele ki kadının bu evlilikten intikam alırcasına balıkçının yanına çalışmaya gelen gençlerle ilişki kurması, bunun kasaba halkı tarafından duyulmasına umarsız kalması, üstüne üstlük kocasını öldürmeleri için teşvik etmesi kadını yaşadıkları ve yaşayacakları boyutunda desteksiz bırakıyor. Yönetmen Savaş Özdemir’in yorumu da Cumalı’nın metninin sınırları içinde kalıyor.

Birey özelinde irdelenince ve bütün davranışları bir arada düşününce, kadının genç balıkçıya sevgi duyduğuna inanmak güçleşiyor. Kadın ile genç balıkçı arasındaki duyguyu gerçek bir sevgi değil ancak bir hoşlanma olarak nitelendirebiliriz. Nihayetinde ayrılmalarıyla yaşadıkları acı da aslında olayın planladıkları gibi gelişmemesinden kaynaklanmaktadır.

Oyun, metin olarak kadın sorununun çözümüne inmek yerine, sadece değinerek sorunlara dayalı olarak ortaya çıkan bir durum üzerine yoğunlaşıyor. Kadın olmanın zorluğundan ziyade asıl sorun erken yaşta evliliktir. Buna görücü usulü de dâhildir, şehirde yaşayıp, gayet serbest büyüyüp, genç yaşta aşık olup, daha kendini ve yaşamı tanıyamadan evlenme sevdasına kapılmak da...

Oyunun sonunda, genç kadının sözde özgürlüğüne kavuşmasının çoğu kimsede mutluluk ve başarı hissi yarattığını düşünmüyorum. Bu olsa olsa saf ve naif bir algılayış olur.

Savaş Özdemir’in oyunu, metne bağlı kalarak sahnelemesi başarılı bir sonuç getiriyor. Doğru oyuncu seçiminin de özellikle klasik bir oyunun sahnelenmesinde ne denli isabetli olduğunu görüyoruz. Tabii Haşim Kaptan rolünde Raif Hikmet Çam gibi yılları deneyimle zenginliğe ulaştırmış bir oyuncunun varlığının oyunun performansını ne denli yükselttiğini belirtmek gerekir. Takma sakalla, saç boyamayla çoğu rolün altından kalkılamayacağının altını yeniden çizer, yaş haddinden emekliliğe ilişkin yönetmeliği de bu vesileyle kınarım. Demet İyigün, genç kadının kaderine isyanına ve ihtirasına bağlı olarak duygu değişimlerini vermede iyi bir oyunculuk sergiliyor. Devrim Evin, genç balıkçı Sinan’ı, tam da Necati Cumalı’nın metinde resmettiği şekilde tutkulu, ama mantığını tutkularına teslim etmeyecek kadar duyarlılık sahibi biri olarak canlandırıyor. Sinan, sevgiye-şefkate muhtaç ama terazisinde sadakat ve vefa daha ağır basıyor. Evin, kolaylıkla heyecansız algılanabilecek ve antipatiklik sarmalına takılabilecek bir rolü son derece gerçekçi kılıyor.

Çağda Çitkaya, dekor ve kostümlerle oyunun, zaman ve mekânla bağlantısını sağlayacak derecede iyi bir iş çıkarmış. Oyunun Seyhan Baraj Gölü kıyısında sergilenen gösterisini izleme şansını yakalamam, dekordan daha fazla etkilenmiş olmama neden oldu. Ayın ışığı, göl yüzeyindeki yakamoz, gecenin sesi ve sessizliği, atmosferi güçlendiren birer unsur olarak görülebilir. Ancak tasarımcının, kullandığı malzemeler ve renkler, objeleri yerleştirmedeki özeni, daha doğrusu denilebilir ki sıradanlığı ve özensizliği yaratmadaki özeni Derya Gülü’nü görsel olarak zengin kılıyor. Özer Kuşkaya ve Kadir Karagöl’ün ışık tasarımları çok kısıtlı imkânlarla sahnede ne derece etkili fotografik görüntüler elde edilebileceğini gösteriyor.

Bu ekibin, Derya Gülü kapalı salondaki sahneye taşındığı zaman da, performansı etkileyecek avantaj ve dezavantajları ideale yaklaştıracaklarına inanıyorum.

1 Bu yazı, Tiyatro… Tiyatro Dergisi’nde yayınlanmıştır.