MARINA’NIN YÖNTEMİ: SAYDIM SAYDIM PİRİNCİ BİTMEDİ

MARINA’NIN YÖNTEMİ: SAYDIM SAYDIM PİRİNCİ BİTMEDİ

MARINA’NIN YÖNTEMİ: SAYDIM SAYDIM PİRİNCİ BİTMEDİ1

Ayşe Draz

Temmuz 2016

Fotoğraf: Natalia Tsoulaka

Nisan ayı. Atina’dayız. Pireos’ta yer alan, küçük ama mimari açıdan kendine has bir çekiciliği olan Benaki Müzesi’ne doğru yola koyulmuşuz. Hedefimiz, 10 Mart-24 Nisan tarihleri arasında Benaki Müzesi’nde 29 sanatçının katılımıyla gerçekleştirilen ve 27 performansın yer aldığı As One sergisi. Atina’da, belki de mülteci krizinin etkilerinin en yoğun şekilde hissedilir ve görünür kılındığı bir şehirde bulunmamıza rağmen bir sergi, hem de bir sanat sergisi gezmeye odaklanmış olarak kendimizi, kısmen de olsa, zihnen dışarıdaki hayatın gerçeklerinden soyutlamışız. Sergi süresince tümüyle bir performans platformuna dönüştürülmüş müzede yer alan NEON ve MAI (Marina Abramovic Institute) işbirliğinde gerçekleştirilen Abramovic Yöntemi, (The Abramovic Method) serginin en merak ettiğimiz yapıtı. Bu sefer Marina ile New York MOMA’da gerçekleştirdiği ve bir açıdan onun yeniden doğuşu olarak nitelendirilen The Artist is Present’da olduğu gibi karşılıklı bakışmayacağız. Müzenin kafesine yerleştirilmiş ekranda ise, Amerikalı rap sanatçısı Jay Z’nin Abramovic’in rol aldığı (Abramovic bu klip için hazırladığı ‘performansında’ bu sefer galeride kendisini ziyaret edenlerle karşılıklı bakışmıyor, onlarla Jay Z’nin şarkısı eşliğinde karşılıklı dans ediyor) ve daha sonra iki sanatçı arasında ticari açıdan büyük tartışmalara yol açan Picasso Baby adlı parçasının klibi değil, Abramovic’in kendini ve işlerini anlattığı bir video gösteriliyor. Deneyimleyeceğimiz yöntemin ne kadarında geçmişte ortaklaşa gerçekleştirdikleri işlerin telifi konusunda Abramovic’e dava açmış olan eski partneri Ulay’ın katkısı olduğunu ise, belki sonsuza dek bilemeyeceğiz.

Abramovic bu sergi kapsamında seçtiği bazı genç performans sanatçıları ile birlikte çalışmış ve onların kendi performans işlerini yaratmalarına yardımcı olmuş. Ancak serginin en ilgi çekici kısmı bu genç sanatçıların işlerinden çok, “uzun süredir kaybetmiş olduğumuz benliklerimizle yeniden ilişki kurmamıza” imkân sağlayacağı iddiasını taşıyan Abramovic Yöntemi. Çoğu belli eylemlerin tekrarından ibaret olan ve bunu çok uzun süre sürdürdükleri için sanatçıların kendi ‘sınırlarını’ zorladıkları birer performans işine dönüşen performanslara hızlıca ve kısaca bakmakla yetiniyoruz. Içten içe hissiyatımız zaten hayatın kendisinin gitgide koca bir tekrara dönüştüğü ve bugünkü haliyle dünyada ‘sınırların’ yeterince zorlandığı. Ama Abramovic’in işini merak ediyoruz. Bunun nedenine gelirsek, en iyi cevabı çağdaş tiyatronun en önemli figürlerinden biri olan Robert (Bob) Wilson, geçenlerde Berliner Ensemble ile birlikte sahnelediği Üç Kuruşluk Opera vesilesi ile İstanbul’a geldiğinde verdi.*

Bir Kayan Yıldız Misali, Belli Bir Dönemin, Zamanın Eseri Olan Performans Sanatı

Aslen tiyatro alanında çalışmakla birlikte farklı disiplinlerde de kendini kanıtlamış bir sanatçı olan Bob Wilson kendi performans işlerinden bahsederken, Abramovic’e de referans vererek, performans sanatının, bir kayan yıldız misali, belli bir dönemin, zamanın eseri ve ürünü olduğundan bahsetti. Performans sanatı yapıtlarının Wilson ve Abramovic gibi sanatçıların personaları üzerinden inşa edilmiş olduğunu belirtti. Wilson, kendi kişiliğini işlerinden ayırmış biri olan ve 20. yüzyılın en önemli koreograflarından George Balanchine’in eserlerinin zamana karşı koyarak kalıcı olacağını söyledikten sonra, Marina ile kendi yapıtlarının onların personaları ile yakından ilişkili olduğunun ve dolayısı ile kalıcı olamayacaklarının altını tekrar tekrar çizdi. Wilson ayrıca bugün genç sanatçıların Abramovic’in 70’lerde yaptığı şeyleri tekrarlamaya çalışırken boşa kürek çektiklerini düşündüğünü de söylemeden geçmedi. Burada bir parantez açmak şart; en büyük performansının kendi cenazesi olacağını söyleyen Abramovic bunu ‘henüz’ bir performans olarak gerçekleştiremedi. Ancak Robert Wilson, 2012 yılında, Antony and the Johnsons’dan Antony Hegarty ve ünlü oyuncu William Dafoe’nun da Marina Abramovic ile birlikte sahne aldıkları, The Life and Death of Marina Abramovic (Marina Abramovic’in Hayatı ve Ölümü) operasını sahneledi. Böylece bir bakıma Wilson, performans sanatını adeta tiyatronun karşıtı olarak tanımlayan Abramovic’in** bu hayalinin ancak tiyatro aracılığıyla gerçekleştirilebileceğini kanıtlamış oldu.         

Uzun Süredir Kaybetmiş Olduğumuz Benliklerimizle Yeniden İlişki Kurmamıza’ İmkân Sağlayacağını İddia Eden Abramovic Yöntemi

‘Uzun süredir kaybetmiş olduğumuz benliklerimizle yeniden ilişki kurmamıza’ imkân sağlayacağını iddia eden Abramovic Yöntemi’ne geri dönecek olursak, müzenin giriş katındaki sergi/ performans/ deneyim mekânına girmek için kısa bir süre de olsa kuyrukta bekledikten sonra bizi, cep telefonlarımız ve saatlerimiz dâhil tüm eşyalarımızı bırakmamız için kilitli dolapların olduğu bir odaya yönlendiriyorlar. Eşyalarımızdan arındıktan sonra Abramovic tarafından eğitilmiş fasilitatörler bize, gruplar halinde, aslında tiyatro çalışmalarına aşina olanlara çok tanıdık gelecek ve duyularımızı uyandırmak, zihnimizi odaklamak ve bedenimizi esnetmek için uygulatılan bazı beden ve nefes egzersizleri yaptırıyorlar.  Bir sonraki adımda ise, bizi dış seslerden de arındırmak üzere kulaklarımıza özel kulaklar takılıyor ve içeri girdikten sonra konuşmamızın yasak olduğu söyleniyor. İçeri girdikten sonra mekâna yerleştirilmiş kışla yataklarında yatmaktan tutun da sandalyelere oturup duvardaki renkli karelere istediğimiz kadar bakmak, gözlerimizi bağladıkları bir alanda körebe oynarcasına serbest bir şekilde dolanmaktan, karşılıklı sandalyelere oturup bakışmaya, ağır çekim hareket etmekten beyaz kâğıtların üzerine konulmuş mercimek ve pirinç tanelerini ayrıştırıp saymaya kadar envaı çeşit Abramovic eylemini, aktivitesini istediğimiz zamanlama ile deneyimleyebiliyoruz. Arada canınızın sıkıldığını veya içerisinin atmosferine göre fazla hızlı hareket ettiğinizi düşünürlerse yanınıza gelen fasilitatörler ufak müdahalelerle sizi yavaşlamaya davet ediyor veya bir yandan elinizden tutup mekânda gezdirirken öte yandan sizi yeni bir aktiviteyle angaje etmeye çalışıyorlar. Gerçekten dış seslerden arınmanın ve de belirlenmiş alanda gözlerimizin kapatılmış olmasının getirdiği farklı bir şimdi zaman konsantrasyonu ve farkındalığı kaplıyor benliğimizi. Ama sıra pirinç taneleriyle mercimek tanelerini ayrıştırıp saymaya gelince içimdeki ses bana bunu neden yaptığımızı sorgulatmaya başlıyor. Müzenin korunaklı alanında, zaten dünden böyle bir ritüeli deneyimlemeye hazır, az çok bize benzer sanat izleyicileri ile birlikte bu deneyimin bana dışarıdaki gerçeklere dair farklı bir bakış açısı kazandırıp kazandırmadığını sorguluyor zihnim. Bir sanat eserinin bunu yapması gerekli midir meselesi tartışılabilir ama ben sanatsal bir deneyim yaşadığımı da düşünmüyorum; teatral bir deneyim de değil bu. Çünkü ünlü oyun yazarı Peter Handke’nin dediği gibi ‘[tiyatroda] ışık başka bir parlaklık-mış gibi yapan parlaklık, sandalye ise başka bir sandalyey-miş gibi yapan sandalyedir.’ Oysa ben gerçek bir sandalyede oturuyor, gerçek pirinç tanelerini sayıyorum… Sayıyorum, sayıyorum ama bir türlü bitmiyor. Sonunda tek tesellim diğer insanların bu durumu nasıl deneyimlediklerini gözlemlemek oluyor; ama tam da o anda içimi bir sıkıntı kaplıyor ve Abramovic’in dünyasında, o büyülü şimdiki zamanda kalmam için kulağıma takılmış kulaklıklara rağmen dış dünyanın sesi içeriye sızmayı başarıyor; ‘işte’ diye fısıldıyor o ses, ‘tekrar Atina sokaklarına çıktığında da yapmaya devam edeceğin bu olacak, sokaklardaki insanların bu sefer de aç kaldıkları için mecburen pirinç tanelerini saymalarını çaresiz bir şekilde gözlemlemek.’

*Zamanında Bob Wilson’ın asistanlığını yapmış bugün ise bir video sanatçısı olarak dünyanın birçok müzesinde ve galerisinde işlerine yer verilen Köken Ergun moderatörlüğünde gerçekleşen ve Wilson’un hem sanat yapıtlarına yaklaşımının hem de insani yanının içyüzünü ortaya koyan bu söyleşinin kaydına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://youtu.be/WJYKzlKRceg

** Abramovic tiyatroya dair şöyle der: “Bir performans sanatçısı olarak tiyatrodan nefret etmeniz şart. Tiyatro yalandır… Bıçak gerçek bıçak, kan gerçek kan, duygular ise gerçek duygular değildir. Performans ise tam da bunun karşıtıdır: bıçak da, kan da, duygular da gerçektir.”

1 Bu yazı, Art Unlimited dergisi için yazılmış olup, ilk defa Art Unlimited dergisinin Temmuz-Ağustos 2016, 37. sayısında yayınlanmıştır.