ŞEKSPİR’E MÜZİKAL SELAM
ŞEKSPİR’E MÜZİKAL SELAM1
Ragıp Ertuğrul
Ekim 2009
Kentin sanat haritasında Moda’nın da yer almasını sağlayan Oyun Atölyesi, her sezon bir Shakespeare eserini sahnelemeyi de neredeyse geleneksel hale getirdi. Şimdiye kadar bu yaklaşımla Othello, Atinalı Timon ve Hırçın Kız’ı seyirci ile buluşturdu. Bu sezon da Kemal Aydoğan’ın Shakespeare’in oyun, şiir ve sonelerinden alıntılarla oluşturduğu müzikal bir gösteriyi sahneliyor.
Shakespeare’i yaşadığı çağın ötesine taşıyan ve günümüze ulaştıran temel unsur, üzerine kalem oynatmaya çalıştığımız Şekspir Müzikali’nde olduğu gibi, şimdiye kadar alışık olduğumuz klasik sahneleme anlayışının dışına çıkıldığında daha görünür oluyor. Farklı kurgulamalar zihin açıcı birer egzersiz gibi taşları daha bir yerine oturtuyor. Tragedya veya komedyanın sınırlarını genişleten, çağrışımlarla zenginleştiren ve parıltısını gün geçtikçe arttıran da bu yaratıcı bakış açılardır işte.
Shakespeare de kendi çağını geçmişle karşılaştırarak sorgular tıpkı bizim bugünü odak noktası alarak geçmişle hesaplaşmaya gittiğimiz gibi. Yazar, zamanın akışkanlığını, kimi zaman yüzdeki çizgilerde, bedendeki değişimde yakalar kimi zamansa beynin ince kıvrımlarında. Kendini anlatırken ve tanımlarken benliğini önceleri vakur, özgür ve başına buyruk, çevresine sevgisi, nefreti, tutkusu, arzusu ağırlık kazanır yaş ilerledikçe. Hırs iktidarı getirir, iktidar korkuyu, korkuyla ömrünü geçirir insanoğlu. Gün gelir soytarı olmak tek isteği olur; alacalı şeyler giyen. Ancak bu kostümle esmek mümkündür çünkü rüzgâr gibi ve lafını sakınmadan doğruları haykırabilmek.
Yönetmen Aydoğan, Shakespeare’nin tüm yaşamı boyunca çeşitli dönemlerde ve şekillerde eserlerine yansıttığı felsefesini, yaşamın yedi evresine bölüştürmüş. Söylemler ile döneminin ve toplumunun boyunduruğundaki erkeğin ergenlik ve yetişkinlik süreçleri arasındaki uyum, yönetmenin titiz ve seçici bir okuma gerçekleştirdiğine kanıt oluşturuyor. Shakespeare’in birey-birey, birey-toplum arasındaki ilişkileri mercek altına alarak analiz etme ve bütünü görebilme becerisinin üst noktada olması, keşiflerini ayrıntılar arasına gizlemesi bir ‘puzzle’ oyununu çağrıştırıyor. Kemal Aydoğan bu puzzle’ın parçalarını ustaca bir araya getirerek, karşımıza felsefesi sağlam temellere dayalı önermeler üzerine kurulu bir Shakespeare portresi çıkartıyor.
Bir müzikali tiyatro oyunundan ayıran en önemli özellik bana göre, hazırlık sürecinin daha uzun olmasıdır. Daha doğrusu bunun bir gereklilik olduğunu düşünürüm. “7 Şekspir Müzikali”nin de dört yıllık bir süreçte piştiği belirtiliyor.
Müzisyen Tolga Çebi’nin her biri başlı başına akılda kalıcı ve sözlerle bütünleşen besteleri ve bu besteleri icra eden sekiz kişiden oluşan orkestranın uyumu, disiplini ve performansı alkışı hak ediyor. Türk sanat müziği formlarından klasik müziğe yakınlaşan çeşitlilikte olup da birbiriyle de bu kadar geçişken olan bir müzikaliteyi yakalamak uzun zaman, yoğun emek ve tabii ki bilgi birikimi ve deneyimin bileşkesi değildir de nedir?
“Şarlatanlarla dolu bu koca sahnede” gerçek oyunculuğu mütevazıce giyiniyor Haluk Bilginer. Oyunculuğu ile en az eşdeğer güzellikte müzikal yorumculuğuyla tanıştırıyor seyircisini. Çağrışımlar, sıfatlar, betimlemeler, taklitler armoni kazanıyor ağzında ve dolu dolu boşanıyor her bir kelime. Evrim Alasya, Selen Öztürk, Zeynep Alkaya, Tuğçe Karaoğlan... Dört soytarı dört başarılı oyunculuk. Haluk Bilginer’in partnerleri olarak tutukluğa izin vermeyecek denli dinamiklik, eğreti durmayacak denli içselleştirme ve seyirciyle teması sürekli kılacak denli içtenlik. Ses kullanımlarıyla Tolga Çebi’nin beklentilerini fazlasıyla karşıladıklarına eminim.
Gizem Erdem, koreografide oyuncuların bedensel, eserlerin dönemsel ve sözcüklerin görsel yansımalarını keşfetmiş ve bir bütünlük içinde uygulamış.
Bengi Günay sahne tasarımıyla sahneyi bir müzikal platforma dönüştürmüş ve işlevsellik kazandırmış. Soytarıları kimi zaman sağ ve sol kolonlardan sarkıtmaya imkân tanıyarak sahneye hareketlilik kazandırmış. Çağlar arası geçişlerde kullanılan aksesuarların yalınlığı, düzeni ve estetik bütünlüğünün yanında oyuncuları engellemeyecek ölçülerde konumlandırılması görsellik kazandırma çabasıyla birlikte titiz bir çalışmanın sonucu.
Haluk Bilginer’in üstün ahlaki duruşuyla çevirilerinden yararlandığı Shakespeare çevirmenlerine gönderdiği şükran duyguları, elde ettiği çeviri metinlerin başına kıçına birkaç değişiklik yedirerek bizlere yutturmaya kalkışan açık ve seçik emek hırsızı sözde tiyatro adamlarının vicdan duvarında aksetmeli.
Bir müzikale yaraşır nitelikte hazırlanmış olan broşür, tüm sanatseverler için arşivlerinde yer edinecek bir zenginlikte. Reklam niyetine basılan ıvır zıvırların gişe bankosunda yer kaplamaktan başka ne tiyatroya ne de seyirciye bir şey ifade etmediği açıktır. Broşür hazırlamadaki titizlik konusunda Tiyatro Pera’nın da hakkını vermeden geçmeyelim.
Shakespeare nasıl son deyişte “Tatlı sözü elden bırakmayalım” diyorsa biz de sözü tatlı bitirelim. Bu müzikalin dünya sahnelerine armağan edilecek bir eser olacağını bilelim.
1 Bu yazı, Tiyatro… Tiyatro Dergisi’nde yayınlanmıştır.